Köşeyi her zamanki gibi hızlı adımlarla döndü. Arkasını iki kere kontrol ettikten sonra karşı kaldırıma geçti. Kış aylarından, hele de böyle kimsenin olmadığı kış akşamlarından nefret ediyordu. Etrafta çok insanın olduğu zamanlardan da nefret ediyordu. O zaman da ne yöne gideceğini, kimle gözgöze gelmekten kaçınacağını bilemiyordu. Bir an önce evine varmak istiyordu. “Araba almalıyım” diye düşündü. Trafik aklına gelince vazgeçti. Trafik, bu boş sokaklardan çok daha tehlikeliydi. Çantasından anahtarı çıkartırken arkasını bir kere daha kontrol etti. Gelen giden yoktu. Kapıyı açtı. İçeri girince son bir kez arkasını dönüp baktı.
Onu izleyen, arkasından gelen kimse olmamasına ve olsa da kapıyı açma ihtimalleri olmamasına rağmen hızlıca merdivenlerden çıktı. Hastaneden çıktığından beri asansörü kullanmıyordu. Asansörde biriyle karşılaşma fikri onu boğuyordu sanki. Eve girdi. Son kez gelen giden olmadığını kontrol ettikten sonra üç kilidi de kitledi. Artık evinde ve rahattı. Tek başınaydı. Odaya gitti. Üstündekileri çıkarmaya başlayacağı anda aklına camları kontrol etmediği geldi. Sımsıkı kapalı perdeleri dışardan kimsenin onu göremeyeceği şekilde kaldırarak camları kontrol etti. Gidip üstünü değiştirdi.
Onu izleyen, arkasından gelen kimse olmamasına ve olsa da kapıyı açma ihtimalleri olmamasına rağmen hızlıca merdivenlerden çıktı. Hastaneden çıktığından beri asansörü kullanmıyordu. Asansörde biriyle karşılaşma fikri onu boğuyordu sanki. Eve girdi. Son kez gelen giden olmadığını kontrol ettikten sonra üç kilidi de kitledi. Artık evinde ve rahattı. Tek başınaydı. Odaya gitti. Üstündekileri çıkarmaya başlayacağı anda aklına camları kontrol etmediği geldi. Sımsıkı kapalı perdeleri dışardan kimsenin onu göremeyeceği şekilde kaldırarak camları kontrol etti. Gidip üstünü değiştirdi.
Salona gitti, oturdu ve bir sigara yaktı. Televizyonu açıp açmamayı düşünürken aynanın üzerine kapattığı örtünün artık isten siyaha çalmaya başladığını fark etti. Boynuna dokundu. Kafasını salladı ve gidip televizyonu açtı. Saçma sapan bir dizi açtı. Kulağı dizide, gözü aynanın üstündeki örtüde, eli boynunda arka arkaya yakıp kültablasında unuttuğu sigaraları söndürüp durdu bütün akşam. En sonunda yatakta dönüp durmayacağı kadar uykusu geldiğine inandığında önce kapıyı, sonra pencereleri kontrol edip odasına geçti. Camın önüne çektiği dolaptan ertesi gün giyeceği uzun etek ve boğazlı kazağı çıkarttı. ”Aslı Hanım yine eteğime takacak” diye düşündü ama içinden siyah ve gri dışında herhangi bir renk, uzun etek ve boğazlı kazak dışında bir kıyafet giymek gelmiyordu. Kapıyı kitleyip bu gece kabus görmemek için dua ederek yattı. İlaçlarını almayı bıraktığından beri uykuya dalmak için saatlerce yatakta kalıyordu. Bu gece de öyle olmuştu.
Ertesi sabah yorgun bir şekilde uyandı. Kapıdan çıktığında uyandığından beri ilk kez gördüğü gün ışığı gözlerini kamaştırdı. Durağa doğru hızlı adımlarla yürüdü. Çok az insanın sokaklarda olduğu saatleri seçtiği için işe her zamanki gibi bir saat erken geldi. Masasına oturdu ve çalıştı. Çalışmak bu aralar en çok sevdiği şeydi; kafası bir şeylerle meşgul olduğu için eli boynuna daha az gidiyordu. Arada insanların tuhaf bakışlarını görmüyor ya da onun hakkındaki dedikodularını duymuyor değildi; ama bugün farklı bir şey vardı. Sanki ne zaman kafasını kaldırsa biriyle göz göze geliyordu. Öğleden sonra sekreter geldi ve Şermin Hanım’ın onunla konuşmak istediğini söyledi.
Odaya geçtiğinde usulca ona gösterilen yere oturdu. Ne söyleneceğini biliyordu. O yüzden, bir an önce bitmesini diledi sadece. Odadan çıkınca masasına gitti, çantasını ve masasının üzerine bırakılan, içinde tazminatı olan zarfı alıp çıktı. Bugün terapiye gitmeyecekti. Doğruca evinin yolunu tuttu. Kendine olan kızgınlığı yüzünden ve gündüz olmasından belki de arkasını daha az kontrol etti. Evine gidince önce kilitlere elini attı, sonra vazgeçti. Artık bu güçsüz, güvensiz, yalnız insan olmak istemiyordu. Eskisi gibi olmak, kendi olmak istiyordu. Terapiye gitmemeyi de bu yüzden seçmişti. Konuştuğu kadın onu kendinden daha iyi tanımıyordu. Artık yaşadıklarıyla yüzleşmesi ve bu sayfayı kapatması gerekiyordu. Günler, belki de aylarca sürecekti bu ama tazminatı bu sürede geçinmesi için yeterli imkanı sağlıyordu. Dışarı çıkıp evde kalacağı süre boyunca ona yetecek kadar yiyecek, su aldı. Eve geri geldi. Yaptığı ilk iş camları açmak oldu. Gün ışığıyla beraber evin ne kadar bakımsız ve harabe olduğunu fark etti. Bu evi sadece işine tek otobüsle gitme olanağı ve daha önce bir kere bile geçmediği bir semtte olduğu için tutmuştu. Daha sonra bütün aynaların üzerindeki örtüleri kaldırdı. Her aynada bir kez daha artık ince bir iz halini almış olan yarasıyla karşılaşıyor ama aldırmadan bir sonraki aynaya geçiyordu. İçeri dolan soğuk havaya rağmen camları kapatmadı ve temizliğe girişti. Akşam olduğunda ev eni konu temizlenmiş, yaşanacak bir yere benzemişti. Pencereleri kapatıp yatmaya karar verdi. Bütün gün dur durak bilmeden temizlik yaptığı için yorulmuştu. Yatağa yatar yatmaz uyudu. Sabah uyandı. Kendine mükellef bir kahvaltı hazırladı. Çayını içerken bir yandan şarkılar mırıldanıyor, bu haline şaşırıp gülümsüyordu. Bir yandan da bu neşenin uzun sürmeyeceğini biliyordu; çünkü hesaplaşma bir an daha gecikemezdi.
Odasına gittiğinde hala camın dolap yüzünden açılamaz olduğunu gördü. Dolabı çekti. Camı açtı. Dolabın içinden bir fotoğraf albümü ve günlüklerini bulup çıkardı. Bir sigara yakıp fotoğraf albümünü açtı. İlk fotoğrafta gözleri doldu. Oradaydı işte. Onun beline sarılmış gülümsüyordu. Bu adamı nasıl sevdiğine, kendi kalbinin nasıl bu kadar büyük olabildiğine hep şaşırmıştı. Fotoğrafa baktığında yine aynı his içini kapladı, hala ona baktığında ne olduğunu tam anlayamadığı bir kramp giriyordu midesine. Onu ilk gördüğü günü hatırladı. Onu arkadaşlarına anlatabilmek için nasıl koşturarak gittiğini, ilk görüşte aşk diye bir şeyin varlığına onları da ikna etmek için nasıl çabaladığını ve içindeki kelebekleri düşündü. “O kadar aydınlık bir yüzü var ki sanki o aydınlık size yansıyor ve gözleriniz görmez oluyor. Yüzünü tarif et derseniz edemem. İnanın neden bilmiyorum ama tek hatırladığım iki tane yeşil göz ve kalın dudaklar. Nasıl bakıyordu. Üstünde ne vardı hiç hatırlamıyorum. Ben aşık oldum; ama asıl güzel kısmını söyleyeyim mi? O da benden etkilendi. Hissettim bunu. Ee ne dersiniz bu, o olmasın?”. Ece’yle Gül öyle kalakalmıştı. “Deniz dur. Tamam etkilenmişsin adamdan ama daha hiç tanımıyorsun. Artık on sekiz yaşında değiliz ki hemen aşık olalım. Bir bak bakalım uygun musunuz? Daha öncekiler gibi seni hırpalayıp yaralayıp gidecek mi? “ demişti Ece. Gül ise daha sakin “Ece boşuna konuşuyorsun. Deniz yine yapacağını yapmış. Beş ay sonra başlarız şehir şehir gezip adı neydi ya?”. “Kenan. Bana vaad edilmiş ülke yani!” diyip göz kırpmıştı ama Gül onun bu muzurluğuna aldırmadan devam etti. “Hah işte Kenan’a küfretmeye.” En çocuksu tavrıyla “Bu kez öyle olmayacak.”demişti Deniz, sigarasından bir nefes alırken.
Bu fotoğrafın çekildiği zamanı hatırladı. Kenan'la ikinci yıllarını kutladıkları akşamdı bu. Hayatının en mutlu günlerinden biriydi. Kendini sonunda olması gereken yeri bulmuş gibi hissediyordu. Ertesi gün onun bu hissinin karşılıklı olduğunu kanıtlarcasına Kenan ona evlenme teklif etmişti. Evliliklerinin ilk üç senesi rüya gibi geçmişti. Üçüncü yıldönümlerinde Kenan artık çocuk sahibi olmak istediğini, onları tam bir aileye çevirecek bu adım için geç bile kaldıklarını fısıldamıştı Deniz’in kulağına. Deniz ise henüz kariyerinde olması gerektiği yerde olmadığını düşünüyordu. Çocuk için önlerinde uzun bir yaşam vardı ve bir kaç sene onlar gibi genç bir çift için çok da büyük kayıp sayılmazdı. Kenan Deniz'le aynı fikirde olmasa da onaylar gözüküyordu başlarda ancak zaman geçtikçe bu konuda ısrarcı olmaya başlamıştı. Bu konudaki konuşmaları her seferinde biraz daha sertleşiyor ve tartışmaya varıyordu. Kenan sadece çocuk konusunda değil her konuda Deniz’in üstüne gidiyor, onu sürekli aşağılıyor, eleştiriyordu. Bir akşam “Senden utanıyorum, o kadar dağınık ve savruksun ki sürekli senin arkanı toplamaktan, insanlardan senin yerine düşüncesizliklerin yüzünden özür dilemekten sıkıldım.” demişti. Bu sözler Deniz’in zaten sona gelen sabrını tüketmiş, birbirlerine bağırmaya başlamışlardı. Bir noktada Kenan kendini kaybetti ve Deniz’e bir tokat attı. Birden o güne döndü Deniz, yüzünde yanan alevi ve içinde onu tüketmek için oraya çöreklenen acizliği tekrar hissetti. Sonraki bir kaç ay Kenan’ın kendini affettirme çabalarıyla rüya gibi geçmişti. Deniz her şeyi unutmuş ve fark etmeden Kenan’ın her isteğine evet der olmuştu. Böylece çocuk yapmaya karar verdiler. Deniz müjdeyi dördüncü evlilik yıl dönümlerinde verdi Kenan’a, iki buçuk aylık hamileydi. Rüya devam ediyordu. Her şey yolunda görünüyordu. Deniz birden irkildi. Saat hayli geç olmuştu ve Kenan’ı hatırlamak yeterince acı verirken bir günde daha fazlasını kaldıramayacağına karar vererek yattı. O gece kabuslarla doluydu. Defalarca hatırlamak istemediği olayları bir projektörden yansıtılıyormuşcasına izledi durdu. Sabah uyandığında yorgundu. Hızlıca bir kahvaltı etti. Dün bütün gün hiçbir şey yemediği için açlıktan neredeyse ölmekte olduğunu fark etti. Tekrar gidip odasındaki mindere oturdu. Fotoğraf albümünden vazgeçmişti artık. Günlüklerini eline aldı. Kenan'la aşklarının başladığı günden, her şeyin bir kabusa dönüştüğü o güne kadar tuttuğu günlükleri. Yazdıklarını okudukça kafasında yarattığı Kenan'la gerçek Kenan’ın ne kadar birbirinden farklı olduğunu, onun alttan aldığı ya da bir kerelik olur böyle şeyler dediği şeylerin aslında Kenan’ın gerçek davranışları olduğunu fark etti. Kenan’ı hiç tanımadığını kabul etmeye başlamıştı artık. Eli bir anda boynuna gitti, izi sanki aniden kanamaya başlamış gibi acı veriyordu. Salona gidip aynanın karşısına oturdu. İzine bakarken bir taraftan da yaşadıklarının hep onun düşündüğünün aksine Kenan’dan çok onun hatası olduğunu, içi ve izi acıyarak fark etmişti. Onu en çok yaralayanın Kenan’a hep orada olacakmış gibi güvenip bulutların üzerine ona tutunarak çıkıp aslında tutunduğu insanın düşündüğü insan olmadığını görüp yere çakılmak olduğunu görüyordu. Her yerinin kanaması, bütün kemiklerinin kırık olduğu hissi bundandı.
Peki neden güvenmişti Kenan’a, onu tanımadığı açıktı; insanın bir şeye güvenmesi için onu tanıması bilmesi gerekiyordu. Güvenin arkasında yatan şey bilgiydi. Kenan onu kandırmamıştı. Sadece her şeyi açıkca göstermek yerine ona işaretler vermişti. Deniz bunların hiçbirini görmemiş, görmek istememişti. Kenan önceki ilişkilerinin hep karşısındaki kadınların evlenilecek kadar olgun olmadığı için bittiğini, hayattaki amacının bir aile kurmak olduğunu söylemişti. Şiddet uyguladığı bir kaç eski kız arkadaşının olduğunu da biliyordu. Ancak Deniz’in yapmak istediklerini haklı çıkarmak için Kenan’a güvenmesi gerekiyordu. Aslında Kenan gibi bir insanla asla olamayacağını bildiği halde Kenan'la olmak için kendisinin özel olduğuna, her şeyin farklı olduğuna inandırmıştı kendini. Deniz kendi kendini kandırmıştı. Aslında güveni bir sığınak olarak kullanmış ve bu sığınak temelsiz olduğu için tepesine yıkıldığında da Kenan’ı suçlayarak yaralarını iyileştirmeye çalışmıştı.
Sığınak ilk olarak Kenan ona tokat attığı gün çatlamıştı; ama bu çatlak Deniz bebeğini düşürdüğü gün bir yarığa dönüştü. Kenan en az kendi kadar üzgün olan Deniz’i fark etmiyor, evdeki her şeyi atıp kırıyor, duvarları yumrukluyordu. Deniz ise yattığı yerden sessizce izliyordu kocam dediği adamın yaptıklarını. Daha sonraki bir kaç hafta Kenan bir kez olsun gülümsememiş, Deniz’e nasıl olduğunu sormamıştı. O günler nasıl içinin acıdığını, Kenan’ı kaybetmemek için nasıl çırpındığını hatırladı Deniz. Kenan’ı kaybetmemek için kendi olmaktan da çıkmaya başlamıştı. Bu onun kendine olan güvenini de yok ediyordu çünkü artık kendini de tanıyamıyordu.
Deniz saatine baktı, neredeyse akşam oluyordu. Bir şeyler yemesi gerekiyordu. Sonra da bir duş alıp yatmaya karar verdi. Duş sırasında eli sık sık boynundaki ize gidiyordu. Kendine kızgınlığı artık Kenan’a olan kızgınlığından çok daha fazlaydı. Başına gelen her şeyi kendi hazırladığı fikri omuzlarını çökertmişti. Şu iki günde düşündükleri ve gördükleri, aslında hayata dönmek için aylara ihtiyacı olmadığını ona göstermişti. Tek yapması gereken zaten açık olan şeyleri görüp anlayıp kendine dönmekti, bu da saniyelerde bile yapılabilecek bir şeydi.
Giyindikten sonra tekrar salona gitti. O günü düşünmeye başladı boynundaki izle gözgöze. Yemek yiyorlardı. Kenan aniden kalkmış, masanın üzerinde duran bıçağı almıştı. Bıçağı Deniz’e doğru yönelterek “Odaya geç” demişti. Deniz yeni yeni toparlanmakta olduğu için yavaş hareket ediyor, bu da Kenan’ı iyice delirtiyordu. Sonunda ona arkasında sarılmış ve “Ne yaptığını fark etmediğimi mi sanıyorsun? Çocuğumuzu bilerek düşürdün. Sen bir katilsin ve bu yaptığını ödeyeceksin. Şimdi soyun.” diyerek bıçakla onu dürtmüştü. Deniz ne olduğunu anlayamamış ama söyleneni yapmıştı. Kenan onu yatağa itmişti. Bıçak ise hala elindeydi. Deniz’in itirazlarına, debelenmelerine aldırmadan onunla birlikte olmaya çalışıyordu. Deniz hareket etmeye çalıştıkça ağırlığını daha çok üstüne veriyor, itirazları arttığı anlarda tokatlarını, yumruklarını kullanıyordu. Sonunda her şey bittiğinde bıçağı eline alıp Deniz’in boynunu çizmişti. “Bundan sonra bebeğime bir şey yapmayı düşündüğünde hemen gidip aynaya bak ve bu izi gör ve tekrar düşün.” demiş, sonra da Deniz’i öylece bırakıp gitmişti. Deniz bir kaç saat yatakta o şekilde yatmış, sonra kalkıp giyinmiş ve evden çıkıp gitmişti. Nereye gideceğini bilmediği için bir süre sokaklarda dolaşmıştı. Daha sonra ise nerede olduğunu bilmediği bir kaldırımda oturup ağlamıştı. Bundan sonra ise hastanede uyandığını, onu ziyaret eden sevdiklerini hatırlıyordu hayal meyal. Bir gün babası gelip “Kızım, Kenan hapishanede ölmüş. Bir çocuk tecavüzcüsüyle giriştiği kavgada adam onu bıçaklamış.“ demişti. Deniz o an hissettiklerini hatırlamaya çalışıyordu. Mutlu değildi, üzgün değildi, umutlu ya da umutsuz değildi. Hiçbir şey hissetmiyordu. Bir kaç hafta sonra ise hastaneden çıkmış, yeni bir iş bulmuş ve hayatını kurmaya çalışmıştı; ama bütün denemeleri boşunaydı; çünkü sorgulamaktan kaçmış, yaşadıklarının tüm suçunu Kenan’ın üzerine atıp kendini aklamış ve sonunda kendinde tutunacak hiçbir şeyi kalmadığı için de sürekli düşer olmuştu.
Albümlerini ve günlüklerini çöpe attı. Önce yakmayı düşündü ama bu histerik bir tavırdan başka bir şey olmayacaktı. O görmedikten sonra bir yerde durmaları ya da küle dönüşmeleri arasında bir fark yoktu. O gün yatağına kendini daha iyi tanıyarak, hayattan daha umutlu olarak yattı. Artık doğan yeni güneş onun için de parlayacaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder