Kerem Aydınoğlu - İÇİMİZDEKİ DÜŞMAN

Çok düşündüm kıskançlığı nasıl anlatacağım, hakkında ne yazacağım diye. Tam bir karar veremedim açıkcası, o yüzden dağınık bir yazı olacak bu, kusuruma bakmamanızı rica edeyim şimdiden...

Kıskançlık kötü bir şey. Böyle diyerek başlayayım. Yüceltilecek, kulp bulunacak, bir şeylerin göstergesi olarak gösterilebilecek bir yanı yok. Yaşamdan bu duyguyu tamamen silip atabilsek, kimse kimseyi bir daha hiç kıskanmayacak olsa, dünya hiçbir şey kaybetmezdi inanın, aksine çok şey kazanırdı. Böyle "olmayası" bir duygudur işte bana göre kıskançlık.

Bu noktada belirtmem gerek; ben kıskanç bir insanım, diğer herkes gibi... Bastıramadığım, hayatımın kontrolünü elinde tutan bir kıskançlığım yok, ama içimde var, biliyorum ve bazen damarlarıma kadar hissediyorum bunu. Gelin görün ki bu duyguya sahip olmam, bunun berbat bir şey olduğunu, zarardan başka bir şey getirmediğinin farkında olmamamı gerektirmiyor. İdeal olmamak, ideali görememek demek değil ve ben zaten buraya kendimi değil, ideal olarak gördüklerimi yazmaya geldim.

Kıskanmak sahip olma duygusundan alır kaynağını. Bir şeye sahip değilsindir, diğeri sahiptir, kıskanırsın. Bir şeye sahipsindir, diğeri daha iyisine sahiptir, kıskanırsın. Bir şeye sahipsindir, kaybetmekten korkarsın, kıskanırsın. Bu cümlelerdeki "bir şey", eş olur, sevgili olur, ev olur, araba olur, yaşam tarzı olur, karşına çıkan fırsatlar olur, birçok şey olabilir neticede. Ama "sahip olmak" konsepti hiç değişmez. İşin ilginç yanı, "diğeri" de alakasız bir kişi olmaz hiçbir zaman, hep en yakının olur. Eşin, dostun, kardeşin... Evet, kardeşini kıskanırsın mesela; ona alınan hediye seninkinden daha güzel diye kıskanırsın, senden daha başarılı oldu diye kıskanırsın, annenin babanın onu daha çok sevdiğini düşünüp kıskanırsın.. Tüm bunları bilip de hala kıskançlık nasıl savunulmaya çalışılır, nasıl yüceltilip topluma entegre edilmeye çalışılır, aklım almıyor.

Kıskançlıktaki sahiplenme kökeni, maddi konulardaki kıskançlığı anlaşılabilir kılar. Eğer kıskançlık diye bir duygu içimizde varsa ve bu bir şeylere sahip olup olmamayla alakalıysa, o zaman malı mülkü kıskanırsın, istenmeyen ama yine de beklenen bir sonuç.
Kıskançlığın asıl en başa bela kısmı manevi konulardaki kıskanmadır. Eşi kıskanma, dostu kıskanma, kardeşi kıskanma... Söylerken bile tüyleri diken diken oluyor insanın değil mi? Kötü bir duygudan bahsediyoruz ama o kötü duygunun yanında en sevdiklerimiz var. Muhtemelen, kıskanmayı yüceltme, insanları onun iyi bir şey olduğuna ikna etme çabası da buradan kaynaklanıyor. "Sevmesem kıskanmam...", bıraksana bu ayakları, sevmeyiver mümkünse o zaman...

Eşini kıskanan adamın bu konuya bakış açısı "Ne yani, karım başka erkeklerle fingirdeşsin, ben de kıskanmayayım mı? Godoş muyum ben?" olur ama hiçbir zaman "bu kadının kendine ait bir iradesi var ve eğer bu iradesini ben varken başkalarıyla yakınlaşmak yönünde kullanmak istiyorsa kullanır. Ben de o zaman kendime göre gereğini yaparım" olmaz. Eşini sahiplenmiştir çünkü. Malına sahip çıkmazsan, yarın öbür gün biri gelir alır. (İşin kötüsü kadında da aynı mantık olduğundan, hakikaten biri gelir alır.. Evde denemeyin yani bu söylediklerimi. İdeali konuşuyoruz, unutmayın).

Kardeşini kıskanıyorsundur ama tek amacın annenden ve babandan daha çok sevgi alabilmektir, sanki sevginin maddi bir varlığı varmış da birine verince diğerine kalmıyormuş gibi. Ortadaki bütün sevginin sahibi olmak istersin. Ulvi bir amaçtır yani, hoş görülebilir.. Ya da en azından öyle derler, ona inanmak isterler. Bana göreyse kardeşini belli bir yaştan sonra hala kıskanmaya devam eden adam oturup ciddi ciddi düşünmelidir; ne yapıyorum ben? Kimi kıskanıyorum? Kimin benden daha mutsuz olmasını istiyorum? Cevabı da ben vereyim hatta; kardeşini kıskanıyorsun, canından çok seviyor olman gereken kardeşini..

Kıskanmadan sevebilmeye en iyi örneği de anne babalar teşkil eder bana göre. Anne baba çocuğunu öyle sever ki onu kıskanmak aklının ucundan geçmez. Hiçbir anne baba görmedim, kendi başaramadığı bir şeyi çocuğunun başarmasını istemesin. Hiçbir anne baba görmedim, çocuğunun kendinden daha iyi şartlarda yaşıyor olması batsın. Oğlunu gelinininden kıskanan anneler gördüm, evet, ama bunların da hiçbirisi oğlunun mutsuzluğunu istemiyordu, sadece oğullarının "o kız"dan ayrı daha mutlu olacağına inanıyorlardı bir sebeple.

İşte bu yüzden, "sevmesem kıskanmam" lafı hikaye olmanın ötesine gitmiyor benim için. Bir çeşit kendini rahatlatma, eylemini meşrulaştırma çabası. Tekrar ediyorum, kıskancım. Ama en azından bunu meşrulaştırmaya çalışmıyorum. Kıskançlığın ne olduğunu biliyorum, ve bunu kendimden saklama gibi bir ihtiyacım yok. Kıskançlık en hafif tabiriyle kötü bir alışkanlık bana göre. İnsanda doğuştan gelen ve akıl ermeye başladığı andan itibaren bir an önce kurtulunması gereken bir alışkanlık.

Ama şimdi biraz da pratikteki gerçekleri konuşalım. Ortamın ne olduğunu ve bize bu alışkanlığı bırakma konusunda ne kadar yardımcı olduğunu. Kıskançlık tam olarak bir sevgi ölçüsü bugün, seni kıskanmıyorum dediğiniz veya hareketlerinizle "seni kıskanıyorum" mesajını belirli aralıklarla vermediğiniz bir karşı cinsten, orta ve uzun vadede bir şeyler beklemeniz çok gerçekçi değil. Kıskanmamak, modernliğe ergiyle, godoşlukla yaftalanıyor. Anlayacağınız, toplumun desteği çok sağlam bu konuda. Zaten içimizde de var bu, insan olarak kıskanmaya meyilliyiz. E ne yapacaksın o zaman? Kıskanacaksın, başka şansın var mı ki? İçinden gelen o, toplumun yücelttiği o, sevgilinin senden beklediği o. Kıskanacaksın, şartlar seni buna itiyor. Ama için rahat değil.. Olmamalı da zaten...


KEREM AYDINOĞLU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder