Arzu Halci - KAHVE ve KOKU

Gece yarısının keskin soğuğunda, onun karşısında duruyor, titreyen gözlerinin içine bakıyordum. Dudaklarımdan hep söylemekten korktuğum cümle dökülüverdi: “Gitmek zorunda mısın?”. O, krem rengi uzun paltosunun içinde, uzun ince bedeni, soğuğun incittiği kuzguni siyah saçları ve simsiyah gözleriyle, sanki baktığı yerdeki karı eritecekmiş gibi delici ve keskin bakışlarının gardını bu gece uzun süredir ilk defa bir kenara bırakmış, kendini sonlanmamış hikayelerin hüznüne kaptırmamayı çok iyi beceren bu kadın, şu an “gitmek” fikri karşısında sözleriyle olmasa bile, gözleriyle tereddüt etmişti bir an için.

“Zorunda olduğum için bir şeyleri yapmadığımı ne zaman öğreneceksin sen?” dedi, adeta az önceki kırılganlığını saklamak adına iyice hırçınlaşarak. Her zaman buluştuğumuz gizli yerimizdeydik, sadece o ve ben vardık yine ve her zamanki gibi az arkadaki büfeden aldığı sıcak kahvesiyle o, içini ısıtıyordu; ben ise sadece bunca hengamenin ardında kimsenin fark edemediği, şehrin kalabalığının nefes alış sesini duyabilecek kadar yakın ama iki insandan fazlasının keşfedemediği kadar ıssız, bize ait bu sığınakta daha önce sayısız kere olduğu gibi dudaklarındaki kahve tadıyla, parfümünün eşsiz kokusunun algılarımda oyunlar oynamasını istiyordum.

- Gidiyorum ve bu bir seçim. Hep böyle olmuştu, hep böyle olacak. Hayat seçimlerimiz üzerinde dengede durmaya çalıştığımız bir ip işte. Biliyorsun. O ipin üzerinde kalabilmek, yaptığımız seçimlerin arkasında durabilmekten geçiyor. O ipten düşünce aşağıda bizi tutacak olan ağda yatmak bize göre değil. İşte bu yüzden bu bir seçim ve çoktan yapılmış bile. Zorunda olduğum tek bir şey varsa, kendi karakterime ve bencilliğime olan saygımdan dolayı, bu verdiğim kararın arkasında olmaktır. Bunca yıldan sonra anladığını düşünüyorum bunu.

- Arkanda bıraktıklarını göre göre, böylesine kaçarcasına gitmek... Hiç senin tarzın değil. Söylediklerini mantığıma oturtuyorum; ama gidişini anlayamıyorum. 

- Hayır, yapma! Bu kadar basit, bu kadar öngörüsüz bir adam değilsin sen! Bal gibi de anlıyorsun işte. Yediremiyorsun kendine, bastıramıyorsun gururunun üstüne biraz olsun. Sensiz de olabilecek kadar güçlü olmama dayanamıyorsun, kıskanıyorsun gidişimi. Arkamda bıraktıklarıma rağmen gidecek olmam derinliklerini tırnaklıyor, için içini yiyor ama bunu engelleyecek herhangi bir şey elinden gelmiyor. 

- Vay be! Kişisel psikanalistim yine döktürdü benim hakkımda kendimin bilmediklerini. Ne yani gidecek olman mı seni benim için bu kadar değerli kılan? Oysaki geçirdiğimiz bunca sene bir yere gittiğin yoktu. Yazık ediyorsun geçmişimize böyle düşünerek, bunu bil. 

- Saçmalıyorsun. Bırakamadığın şey bu değil, ikimiz de biliyoruz. Kıskançlık seni delirten, kabına sığmaz hale getiren şey. Ah bir de şu duygularının sebeplerine inebilsen! Upuzun bir kuyu var, içi su dolu, sen tepeden bakıyorsun ona; ve gördüğün birkaç yıldız ve yarım bir ay yansımasıyla yetiniyorsun. Bu huyunu da hiç sevemedim. Kurcalamıyorsun kendini; yaşadığın, hissettiğin sürece sen kendin olarak kalıyorsun; ama bir yandan da neyi neden hissettiğinin bile farkına varamıyorsun! 

Yine dersini anlatırken her şeyi unutan, sadece amacı aklındakini karşısındakine yansıtmak olan ve bu uğurda yapmayacağı çok az savaş olan öğretmen tavrını göstermişti bile. Dinlemek yetmezdi artık bu noktadan sonra onu, aklındakini karşısındakine tam anlamıyla verebildiğini anlamadan durmazdı çünkü. Karşısındaki katılsın ya da katılmasın önemli değildi, anlaşılabilmekti bu noktada onun derdi, kendini anlatabilmekti. Kahvesinden bir yudum daha alıp ardından bir sigara yaktı. Derin bir nefes çekti ve sözlerine devam etti: 

-Neden kıskanıyorsun? Hiç düşünmedin bile, değil mi? Tercihlerimde öncelikli olmaman mı sorumlu bundan? Hayatımın merkezine oturmamış olman mı? Benim yüzümden acıyı tadarken aldığın o ince haz mı beni kıskanmaktan vazgeçiremiyor yoksa seni? Bırak “ben” özelinde kıskanma hissini. Tümevarmaya çalışmayalım senin üzerinden. Genele gidelim senden bağımsız olarak. İnsan neden kıskanır? Elbette bunu sorduğun zaman yüzlerce değişik cevap alabilirsin. Kıskanana, kıskanılan metaya, yaşanmışlıklara ve yaşanamamışlıklara göre değişir ve kişiseldir cevaplar. Ya bunların hepsinin temelinde yatan nedir peki? Ah şu bencilliği kendimize yakıştırabilsek... Kendimizi sürekli sallanan şu koca geminin ortasına oturtmaya çalıştığımızın farkında olabilsek, her hareketimizin “ego” kaynaklı olduğunu, ne yapılırsa bizim için yapılmasını istediğimizi söyleyebilsek dürüstçe. Toplumun verdiği etiketlere uygun birey görünme sevdasıyla elbiselerimizi seçip taklitlerle yaşadığımızın bilincine varabildiğimiz noktada belki de çok güzel işleyen bu döngünün ne kadar işe yaramaz bir parçası olduğumuzun farkına varabiliriz. Şu an bundan çok uzağız; bu yüzden ne kadar “iyi insan” olarak gösterebilirsek kendimizi, o kadar mutlu bir portre çiziyoruz; bir o kadar da sistemin içindeki çarkımızın yeri sağlamlaşıyor. Aslında o sistemdeki bir çark olmak zorunda olmadığımızı, herkesin içindeki “ben”i açığa çıkartmaya başardığı an görebileceğiz ancak. Gerçi eğer böyle bir zaman gelebilirse, bu zaman kaosun tam da kendisini beraberinde getirecektir; çünkü hepimiz güzel görünmek adına bir mücadele verip içimizdeki “ben” kavramını gözlerden ırak tutmaya çalışırken bu kadar yapay ama görünmez bir soğuk savaş yer alıyorsa, herkesin egosunun kavramların ötesine geçeceği bu ideada nasıl çıkar çatışmaları olacağını kestirebilmek bile çok zor. Neyse. İnsan kıskanır, çünkü kişinin egosu hep etrafındaki hayatın tam merkezinde olmak ister; fakat çevresinde etkileşimde bulunan insanlar da aynı şekilde kendi egolarıyla oradadırlar ve bu egoların kesişim kümesinin alanı çoğu zaman iki bireye de yetmez. Sevdiklerinin hayatının ortasında olmak ihtiyacındasın ve bunu asla direkt olarak ifade edemiyorsun, çünkü bunu yapan kişi toplum tarafından dışlanacak bir şekilde “bencillik” ile suçlanıyor. Aslında hepimiz öyleyken, normal olanı anormal gibi gösteriyoruz. Bahsettiğim yapaylık da bu işte. Anlıyorsun değil mi neden kıskandığını hep beni? Neden delirtebildiğimi seni yıllar yılı? İnsan, egosunu beslemeye çalışırken o kadar ilkel dürtüleriyle hareket edebiliyor ki, kendini eğitebilmiş bir akıl bunun karşısında ancak hayretlere düşüyor. Keşke kişisel psikanalistin bunları anlatmadan önce kavrama çabasında olsaydın, belki o zaman benim egomla senin egonun kesişebildiği daha büyük bir alan yaratabilirdik. Belki o zaman gitme kararımı alırken seni de düşünebilirdim. 

Bu kadar büyük bir egonun böyle küstahça dışavurumu karşısında acımak ya da tiksinmek gelmeliydi içimden. Ama haklıydı sonuna kadar. Durdum, son kez kahvem olacak o kahveden bir yudum daha alabildim, başımı döndürdü tanıdık koku tekrar. Ve son defa...




ARZU HALCİ

1 yorum:

  1. Slots and Poker - Dr.MCD
    At Dr.MCD, we 태백 출장샵 want to help 경상북도 출장안마 you to play with fun, excitement 안산 출장샵 and excitement 남원 출장마사지 with our game 구미 출장마사지 of slots and poker. Play free and real-time poker.

    YanıtlaSil