Doruk Tunaoğlu - Karadeniz

Uzaklardaki dostum, sırdaşım, kayıp kardeşim...
Artık kararım kesin, bütün olan bitene bir son vereceğim artık. İçinde bulunmak istemediğim bu çirkin sahneden çekileceğim. Bu sahneyi aydınlatan bir tek senin ışığın kaldı ve malesef sadece sana tutunup bu karanlığın içinden çıkamıyorum. En yakınım olması gerekenler sevdiğim adamı, umudumu, güneşimi öldürdüğünden beri sonsuz bir uçurumda düşüşteyim. Tutunmaya çalıştığım bütün dallar kırılıp bir yerlerime batıyor. Bir melek beni kurtarıp sağlam bir zemine bırakacak diye beklemekten bıktım. Artık yere sertçe çakılmak ve yoluma devam etmek istiyorum. Unutma, ölüm bir son değil, sadece bir başlangıç.

Şehirli bir erkek olarak, taşralı bir kızı anlaman asla mümkün olmasa da son bir tasviri hak ediyorsun çünkü dinlemek istiyorsun. Sadece bu bile çok şey ifade ediyor. Gözünü kapat ve küçük bir kız hayal et, erkek yaşıtları gibi rahatça gezebilen, oyunlar oynayabilen bir kız. Bu çocuk büyüdükçe, daralan sokaklar ve üstüne üstüne gelmeye başlayan insanlar. Konu komşu ne der diye her gün daha fazla baskılanan bir hayat. Ve sonra bu karanlık tablonun üstüne güneş gibi doğan bir erkek. Erkeğim. Mehmet'im.

Bir umut belirtisi, buralardan kaçıp gidebilmek, yeni ve güzel bir hayat kurma hayali. “Seni kaçıracağım o canavarların elinden” diyen bir kahraman. Özgürlüğe yelken açma günü, bütün planlar hazır, bavula gerek yok, yeter ki kaçabilelim. Bütün ayrıntıları güzelce düşünülmüş bir kaçış, bir tanesi hariç: Sabah namazına giden imam. Küçücük bir ayrıntı, belki farklı bir sokaktan geçsek, belki on dakika sonra hareket etmiş olsak ya da imam daha erken uyanmış olsa her şey farklı olacak. Ama olan bu, bir anda her şey hızlanıyor, köy ahalisi sarıyor etrafımızı. Ve tabi ki abilerim...

Mehmet bağırıyor, biz yanlış bir şey yapmıyoruz birbirimizi seviyoruz diye. Ben ise adeta olacakları biliyormuşçasına sessizim, gözümden akan damlalar var sadece. Öksüz olduğu için zaten sevilmeyen sevgilim, abilerimce dövülmeye başlıyor. Bağırıyorlar sen bizim namusumuza leke süremezsin diye. Yapmayın diye çığlık atıyorum ama duyan yok, duysalar da dinlemezler zaten. Sevdiğim adam gözümün önünde ölesiye dövülüyor, ahaliden kimse karışmıyor, aile içi mesele deyip geçiştiriyorlar. Ben ise saçımdan sürülerek eve götürülüyorum, sevdiğim adamı kanlar içinde görerek, son kez...

Karanlık bir odaya kapatılıyorum haftalarca, belli ki ne yapacaklarını tartışıyorlar. Tek sığınabileceğim insan, annem bana sağlam bir halat getiriyor. Bitireyim bu işi diye. O zaman diyorum kendime, önce buradan kurtulacağım, eğer halledeceksem bu işi kendi istediğim gibi halledeceğim. En azından ölümümde özgür olacağım, yaşarken hiç olamadığım kadar.

Çözüm olarak beni birine vermeye karar veriyorlar, hem bu beladan kurtulmak hem de bu işten kârlı çıkabilmek için. Durum böyle olunca, bulabildekleri sadece yaşlı dul bir amca, en azından verdiği para iyi! Hiç bir şeye itiraz etmiyorum, bu oyunlara ayak uyduruyorum. Ama asla annem gibi olmayacağım diye de yeminliyim. Ya bir kurtuluş imkanı bulacağım, ya da...

Sonrasında kime tutunmaya çalışsam kaçıyor benden. Erkekleri geçtim, kızlar bile şeytan muamelesi yapıyorlar bana. Evleneceğim adam ise ayrı bir canavar, tek hayali gerdek gecesiymiş gibi bakıyor bana. İşte tam bu vakitlerde senin yolun bizim köye düşüyor, Tanrı'nın bir lutfü olarak konuşuyorsun benle. İlk defa yargılanmadan dertlerimi anlatabiliyorum. Bir umut kapısı doğuyor. Sonra gidiyorsun, gitmek zorundasın, hiç tanımadığın insanlarla dolu bu köyü değiştirmek ya da beni kurtarmak senin işin değil sonuçta. Ama elinden geldiğince yardım ediyorsun, mektuplaşmalarımızın bile anlamı çok büyük benim için.

Günler geçiyor, düğünüm yaklaşıyor ama ben herhangi bir kaçış bulamıyorum, senin dışında kimseyle konuşamıyorum. Bu hayata nokta koyma fikrimi sana açıkladığımda, çoğu kişinin yapacağının aksine sakin davranıyorsun. Nedenlerimi anlamaya çalışıyorsun, aklından “belki de olması gereken bu” diye geçiriyor bile olabilirsin seni azıcık tanıyabildiysem. Beni caydırmak için şekilden şekile girmemeni seviyorum senin, benimle beraber bunu sorgulamaya hazır olmanı, ne olursa olsun kararıma saygı duyacağını bilmeyi... İşte bu yüzden son kez düşüncelerimi paylaşıyorum seninle, beni biraz da olsa anlaman umuduyla yazıyorum şimdi.

Hep dediğim gibi, bu sadece bir seçim. Hayatını yönlendirmek için yaptığın büyük seçimlerden hiçbir farkı yok. Herhangi bir umudun kalmadığında, sana sunulan hayattan kendini kurtaracak herhangi bir yol bulamadığında yapabileceğin bir seçim. Bakalım gelecekte ne olacak diye sorarsın ya kendine, o soruya verebildiğin cevapların hiçbirinde ışığı göremeyince, bu dünyadaki geleceği görmesem de olur diyebildiğin bir karar bu.

Korkaklık da değil cesurluk da değil benim yapacağım. Belki de aynı anda ikisi birden. Hem kendi canını alabilecek kadar cesur, hem de hayattan bütün umudunu kesebilecek kadar korkak. İkisinden daha da önemlisi sonuna kadar kararlı bir hareket. Son noktayı koymak üzereyken düşeceğin bir anlık tereddüt her şeyi mahvedebilir. Gerektirdiği bu kararlık sebebiyle belki de cesur bir hareket. Umutsuzluk, dışardan bir yerlerden bir yardım veya mucize beklemek gibi korkakça hareketler eşliğinde yapılan bir cesaret göstergesi. Belki de çok anlam yüklememek lazım, belki de hayatın kendisi kadar anlamsız bir hareket.

Uzun bir ölüm ile kısa bir yaşam arasında bir tercih bu. Her geçen gün silikleşmek yerine bir kere yanmayı seçmek. Ölü bir canlı olmak yerine canlıyken ölmeyi seçebilmek. Annem gibi olmamak için hayata başkaldırabilmek. Ama bir yandan da sessizce sahneden çıkmak, tamamen değiştirmek istediğin tabloya müdahele etme şansından vazgeçmek. Bu kudreti kendinde göremeyecek kadar güçsüz hissetmek. Bir şeyler için savaşmak yerine bencil bir şekilde kendini kurtarmayı seçmek.  Sanırım bu düşünceler arasında çok fazla gidip gelmemek lazım, biraz da olsa akıl sağlığını koruyabilmek için.

Senden isteğim, ileri de bir kızın olursa adını Esra koyman. Seni birazcık tanıyorsam eğer, biliyorum ki benim gibi özgürlüğüne düşkün ve dikbaşlı bir kızın olmasını istersin. Senin kızından da daha azı beklenemez zaten. İsmimi ona ver ki bu dünyada bir yerlerde güzel bir iz bıraktığımı bileyim. Görüyorsun, insan garip bir varlık. Bu dünyadan göçüp gitmek isterken, bir yandan da umut bağlayacak bir şeyler arıyor. Hiç doğmamış olmayı dilerken bile bir parçasının yaşamasını istiyor.

İşte kadim dostum, aklımdan geçenlerin küçük bir kısmını sundum sana. Belki öldükten sonra fikrim değişir ama sen bunu bilemeyeceksin. Son yolculuğuma, en azından bu dünyadaki, gidiyorum artık. Her şeyi bütün ayrıntılarıyla planladım. Düğünden iki gün önce, kına gecesinden sonra yapacağım bunu. Erkekler uzaktayken ve kadınlar birbirleriyle hiç sıkılmadıkları sıradan muhabbetleri yapmakla meşgulken. Değer verdiğim tek insana son mektubumu yollayacağım ve ailem derken bile sinirimin bozulduğu insan(!) topluluğuna sadece küçük bir mesaj bırakacağım: “Beni asla esir edemeyeceğiniz diyârlara gidiyorum, hoşçakalın.” Suratlarında oluşacak ifadeyi, millete ne diyeceğiz biz şimdi diye kara kara düşünen hallerini görebilmeyi çok isterdim.

Bedenimi tahtadan bir tabuta kapatıp kara toprağa esir etmelerine izin vereceğime, Karadeniz'e bırakacağım kendimi. Hiç koşmadığım kadar hızlı koşup uçurumdan aşağı atlayacağım, bir an bile tereddüt etmeyeceğim. Derin bir nefes alacağım ve özgürlüğe doğru uçarken son bir kez rüzgarı hissedeceğim. Dalgalar götürecek beni uzaklara, hiç gidemeyeceğim başka memleketlere taşıyacaklar beni. Zamanla her şey unutulacak ya da tamamen değiştirilmiş bir hikaye olarak anlatılacak. Ama gerçeği sadece bir kişi bilecek... Bir de Karadeniz...

Esra, Kasım 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder