Yazılarıma başlık bulmakta hep zorlanmışımdır, çoğu kez sonunda pek de anlamı olmayan, yazının özünü oluşturan kelimeleri kırpıp bir şey çıkarırım ortaya ama bu sefer öyle olmadı. Bu sefer gerçekten anlamlı bir başlık olsun istedim. Sonunda yapmam gereken şeyi en başında yapıp, başlığı bulup yazmaya geçtim. Adler’in Yaşama Sanatı adlı eserini bilmeyen yoktur herhalde. Yaşamı bir sanata benzeterek, yaşayanların onu hakkıyla icra edebilmek için hangi aşamalardan geçtiğini anlatır falan filan... Bence intihar da bir sanattır. Yalnız diğer sanatlardan farklı olarak gerçekleştirmesi yetenek değil de cesaret isteyen bir sanat. Bu sebepten “intihar, sanat, ne alaka?’’ diye düşünenler olursa alaka budur.
Başlığın kısa hikayesinden sonra gelelim esas konumuza. Korkak; çok çabuk ve olmadık seylerden korkan insan olarak tanımlanıyor Türkçe sözlükte, korkaklık ise korkak olma durumu olarak. İnsanoğlunun en büyük korkularından birinin ölüm korkusu olduğunu düşündüğümüzde ve intiharı da korkaklık olarak ele aldığımızda bunu gerçekleştirenin “çok çabuk ve olmadık bir şey” olan ölümden korktuğu gibi tuhaf bir sonuç çıkıyor ortaya. Ama bir yandan da korkularının üstüne gidebilecek kadar cesur? Ya da kendi ölümüne kendi karar verebilecek kadar güçlü? İntiharı korkaklık olarak tanımlarken kast edilen şey elbette ölüm değil tabi ki. Aksine hayattan korkmak, yaşamaktan korkmak, yarından korkmak, çıldırmaktan korkmak ve yaşadığımız yerden türetebileceğimiz sayısız şeyden... Antonin Artaud’un giderken bıraktığı ‘’beni intihar ettiler’’ notundaki gibi hepimiz biraz sorumluyuzdur ya yanı başımızdaki intiharlardan, belki kendimizce gelecek bir felaketin önünü alıyoruz, intihar korkaklıktır ya da müntehirler korkaktır diyerek. Ama içten içe bunun hiçbirimizin cesaret edemeyeceği kadar yürek isteyen bir şey olduğunu da biliyoruz. Ben, intihar korkaklık diyenin örtmeye çalıştığı şeylerden korkarım. Onun, hayatı ille de yaşanılması gereken bir şey gibi gösteren örtük savından korkarım. Esasında korkak diye tanımladığı kişiden daha fazla isyan ederken kendi yaşamına, ikiyüzlülüğünden korkarım.
“İntihar korkaklıktır”a sebep olarak genellikle tahammül, sabır, direnme eksikliği gösteriliyor, yaşanan zorlukları aşmak için gereken “cesaret”i gösterememe. Hayata dört elle bağlanmış insanlar nedense nefes alınan her ana şükredilmesi, her engeli aşıp bir sonrakinde daha güçlü olunması, öldürmeyen şeylerin insanı güçlendirmesi gerektiği gibi değişik beklentiler içindeler. Kendileri gibi düşünmeyen ya da yapmayan korkak olup çıkıveriyor. Ama insanoğlunda bıkkınlık gibi, uyumsuzluk gibi, sıkılganlık gibi hissiyatlar da var. Hayatın akışında kendini kandırmada diğerleri kadar becerikli olamama durumu da var. Var oğlu var. Bu yüzden varolan bu duyguların getirdiği yokluğu korkaklık olarak nitelendirmek kof bir yaftadan başka bir şey değildir.
Müntehirler benim saygı duyduğum, kalemimi koltuğumun altına alarak alkışladığım kişiler. Ve kapanışı da bu bahsi geçen kişilerden biri olan, 42 yaşında hayatına son vermiş büyük edebiyatçı Cesare Pavese’in günlüğündeki son cümlelerle yapmak istiyorum, hem belki satırlarca yazıp da anlatmak istediklerimi birkaç cümleyle özetler:
Gizlice en çok korkulan şey hep gerçekleşir sonunda.
Yazıyorum: Ey, Sen, acı! Peki sonra?
Bütün gerekli olan, biraz cesaret..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder