Porri Oto - Ali'nin Kapıları

Kapılarla çevrili bir odanın ortasında duruyorum. İstersem bu odadan çıkıp gidebilirim ve bu da bir tercih olur. Aynı herhangi bir kapıyı açıp onun arkasındakini yaşamayı tercih etmek gibi. Eğer hiçbir kapıyı açmazsam hayatım sırf o odada bir tek an bulunduğum için değişmiş olacak. Karar vermem gereken hayatımdaki o anlık değişimin sonuçlarını mı yoksa kapıların arkasındakileri mi daha çok merak ettiğim. Benim merak ettiğim. Ben... Ben kimim? Vücuduma şöyle bir bakıyorum. Ya da benim olduğunu düşündüğüm bedene... Hayır hatırlamıyorum. Tanıdık hiçbir şey yok. Dolayısıyla bu odadan çıkıp gittiğimde yaşadığım hayatta ne değiştiğini fark edecek kadar bile tanıdık değilim kendime. Bir kapıya gidip onu açıyorum. Niye bu kapı? Bilmiyorum. Belki de en yakın olan olduğu için. Düşündüğüm bu kapının başka bir odaya açılmasıydı; ama durum bu değil.

Kalabalık bir yerdeyim. Etrafta ağlayan insanlar...Ne olduğunu anlamadıkları için anne babalarının elini tutarken etrafa şaşkın şaşkın bakan çocuklar var. Herkesin yakasında bir fotoğraf. Seksen yaşlarında bir adam. O zaman bir cenazeye açıldığını anlıyorum kapının. Yeterince uzun yaşadığını düşündüğüm merhumun adını merak ettiğim için kalabalığın arasına karışıyorum. “Ali Bey dolu dolu bir hayat yaşadı ve huzur içinde öldü.“. “Babamı çok özleyeceğim. Onun kızı olmaktan hep gurur duydum ve duymaya devam edeceğim. Tek üzüldüğüm nokta çocuklarımın babamı daha iyi tanıyamayacak olmaları. Adımın neden Nuray olduğunu onlara anlatanın babam olmasını isterdim.” Şanslı adammış...Derken kulağıma bir ses takılıyor. Tanıdık bir ses. İstemsiz olarak başımı çeviriyorum. “Ali benim üniversiteden arkadaşımdı. Tabi Nuray'ı kaybettikten sonra çok zor dönemler geçirdi. Ama çok güçlü bir insandı. Nuray’ı yaşatmaya çalıştık hep verdiğimiz kararlarla, yaptığımız tercihlerle. Hakim olmayı bu yüzden seçtik ikimiz de.” Yüzün bana, ses kadar tanıdık olmadığını görüyorum ve vazgeçiyorum. Kendimi hatırlamazken başka birini hatırlamaya uğraşma fikri bana saçma geliyor. Yakalardaki fotoğrafın altından ismi bir kez daha okuyorum. Ali Ekşi. Bu adam ve onun geçirdiği değerli ömür sinirlerimi bozuyor. Burada daha durmaya hiç niyetim yok.

Ve işte yine o oda. Yine bir sürü kapı. Ama değişik bir şey var bu sefer. Bu odaya açılan ana kapınıN üstünde bir boy aynası var artık. Korkarak bakıyorum yüzüme. Hiç beklediğim gibi değil. Saçım sakalıma karışmış. Üzerimdeki kıyafetlerde yemek lekeleri, sigara yanıkları. Kesin olarak karar verdim. Bu kapıdan asla kendi hayatıma dönmemeliyim. Gözlerimdeki çaresizliği de gördükten sonra o hayatın özenilecek bir şey olmadığını anlıyorum. Başka bir kapı seçmeliyim. Ali Ekşi ve onun mükemmel ömrü ile de tekrar karşılaşmak istemediğime göre seçeneklerimden ikisi eksildi. Hemen aynalı kapının yanındaki kapıyı açıyorum.

Loş bir oda...Yanan bir sigara ve kendi kendine konuşan genç bir adam. En azından fiziksel olarak genç. Kasları salaş gömleğinin içinden bile fark ediliyor ama gözlerinin etrafındaki halkalar günlerdir uyumadığını gösteriyor. Kendi kendine mırıldanıyor. “Evet, seni seçerek öldürüyorum kendimi. Ama zaten dünyaya geldiğim anda ölmeye başladım. Benim tek yaptığım bu süreci hızlandırmak. Yolu kısaltmak belki de. “ Bir süre duruyor adam. “Hayır bu senin dediğin gibi acizlikle ilgili değil. Sadece bu yolda o kadar da uzun süre kalmaya niyetim yok. Ayrıca sen beni yargılayabilecek kadar hayatı seviyor olamazsın. Ne de olsa beni kendine bağımlı yaparak kendi sonunu hazırlıyorsun. İntihar bombacısı gibisin. Ya da bal arısı. İstediğini seç. Beni yavaş yavaş öldürüyorsun. Daha doğrusu ben kendimi yavaş yavaş öldürmeyi tercih ettiğim için seni hayatımda tutuyorum. Peki ya sen? Çakmağı çaktığım anda başlıyor tükenişin. Benim elimden olmasa bile başka insanların elinden çabucak geliyor ölümün. Senin varlık sebebin bu belki de. Başkalarında izler bırakmak uğruna ölmek. Ne de olsa beni öldürecek olan sen değilsin. Senin bende bıraktığın izler.” O anda adam kafasını kaldırıyor. Son bir nefes alıyor sigarasından ve söndürüyor. “Bak öldün işte ama ben hala hayattayım.” Adam yeni bir sigara yakıyor. Tekrar aynı deli saçmalarını dinlemek istemiyorum.

Sanırım bu sefer radikal bir karar alıp, tam karşıdaki kapıyı seçeceğim; ama önce kendime bir kez daha bakmak istiyorum aynada. Sakallarımı kessem belki tanıyabileceğim kendimi. Gözlerimdeki çaresizlik ise olduğu yerde duruyor. Daha hızlı adımlarla gidiyorum en uzak kapıya.

Az önceki deli, elinde bir mektupla duruyor. Yine mi bu? Kaçışım yok sanırım. Elindeki mektupta neler yazdığını çok merak ediyorum. Adam mektubu masaya bırakıyor ve telefona sarılıyor. Hemen bu firsatı kullanıyorum.

Ali,
Biliyorum bu senin için sadece güçsüzlük anlamına geliyor. Hayatın karşıma çıkaracaklarından korkmakla ya da onlarla savaşmaya gücüm olmamasıyla ilişkilendireceksin bu kararımı. Ama öyle değil. Sadece merak etmiyorum artık. Bir sonraki günde ne yaşayacağım hiç umrumda değil. Mutlu olup olmamak. Senin beni sevip sevmediğin, doğacak çocuklarımızın göz rengi umrumda değil artık. Güçlenmek, dünyayı değiştirmek için çalışmak istemiyorum. Bu dünyanın nereye gittiği, kötülerle iyilerin savaşı, adeletsizlikler, açlık sınırındaki insanlar... hiç bir şey hissettirmiyor bana. Üzgünüm ama yaşamak istemiyorum. Yaşamak için bir sebep bulacak kadar bile istemiyorum yaşamayı. Bunu anlamanı beklemiyorum. Senin savaşçı ruhun sabah uyanmayı istememe düşüncesine bile katlanamaz. Yaptığımın bir kusur olduğunu düşünmediğim için özür dilemiyorum. Sadece hoşçakal.
Nuray”

Adam telefonda konuşurken oradan çıkıp gidiyorum. Bu zaman gelgitlerinden midem bulanmaya başladı artık. Belki de geri dönüp kendi hayatımı değiştirmeye çalışmalıyım. En azından hangi zamanda yaşadığımı bilirim. Başkalarının hayatlarını izlemek yerine kendi hayatımı yaşarım. İyi de olsa kötü de olsa, benim olur en azından. Tekrar aynalı kapıya gidiyorum. Görüntüm az önceki kararlığımı silip götürüyor. Kendi hayatımın, izlediğim diğer hayatlardan çok daha yaşanmaz olabileceği fikri bir anda beni vuruyor. Kapıdan uzaklaşıyorum. Odanın ortasındayım şimdi. Bir anda seçeneklerimin kendi hayatım hariç ikiye düştüğünü görüyorum. İşte bu hiç iyi olmadı. Biraz daha seçeneğim olsa, rastgele iyi bir yere gidebilirdim. Ama gördüklerimden sonra bu iki kapının arkasında da beni bekleyen şeyler konusunda çok da umutlu değilim. Yine de kararlı adımlarla yaklaşıyorum bir kapıya. Açıyorum.

Yine az önceki adam. Karşısında ağlayan bir kadınla oturuyor. Bir şeyler söylemek istiyor gibi ama susuyor. Çaresizce bakıyor karşısındaki kadına... Çaresizce... Bu bakışlar.. .Ne yani Ali ben miyim? Sigarayla konuşan bir deli miyim ben? Hadi oradan. Tamam görünüşüm çok da aklı başında birininkine benzemiyor ama... Neyse ne. Burada neler olduğunu çözmeliyim. Konuşmalarını ya da konuşmamızı sağlayacak bir şey yapabilsem keşke. Etrafıma bakınırken kadın konuşmaya başlıyor. “Hayır, sebebi benim demiyorum. Ama kurtarabilirdim, biraz daha iyi çalışsaydım belki o adam hak ettiğini bulurdu, belki Aslı şu anda hayatta olurdu. Korkarak yaşamak zorunda olmayacağı için yaşamayı seçerdi.“. “Anlamıyorsun Nuray, Aslı’nın akli dengesi yerinde değildi. O adam idamla cezalandırılsa bile Aslı yine de ölmeyi seçerdi. Başka bir çözüm göremeyecek kadar acizdi çünkü. Tecavüze uğramış biri olarak bu hayatın ona getirecekleriyle savaşacak güç yoktu onda. Sen de ben de elimizden geleni yaptık. Daha fazla yapabileceğimiz bir şey yoktu.“ Kadın masanın üzerinde duran sigaraya uzanıyor. “Nuray kendini zehirliyorsun o mereti içerek, öldürüyor seni görmüyor musun?”. Nuray denen kadın boş gözlerle bakıyor karşısında duran adama “Hayatı bu kadar değerli ve yaşanılır kılan şey ne senin için? Hayatta kalarak uzun, mutlu, sağlıklı yaşayarak ne kazandığını düşünüyorsun. Kaybolup gideceksin. Elli yıl sonra ya da yarın, tek bacağın kesik ya da tam... Neyi değiştirecek? Sonunda yok olacaksın. Başkalarının senin hayatın hakkında ne söyleyecekleri mi seni düşündüren? Duyamayacaksın onları. Her şeyle savaşarak yaşamak yerine ölerek değiştirebilirsin dünyayı. Bunu hiç düşündün mü?”. “Hayır düşünmedim. Ölmek istemenin sağlıklı bir düşünce olduğuna inanmıyorum çünkü. Hayatta kalarak dünyaya çok daha fazla şey katabileceğimi biliyorum. Aslı’yı düşün. Eğer hakim olsaydık, karar verecek kadar güçlü olsaydık, Aslı belki de senin inandığın gibi hayatta kalırdı ama tek yapabileceğimiz şu anki halimizle buydu ve yaptık. Savaşta bizim rolümüz buydu. Fazlası değil. Ve bizim gibi insanlar pes ettiği için olmamız gereken yerlerde başkaları oluyor. Yapmamız gereken umutsuzluğa düşmek değil. Daha da güçlenmek, böylece öldükten sonra başkalarını söylediklerinden çok dünyada bıraktığımız izlerle yaşama görevimizi en iyi şekilde sonlandırmak”. “Yani aslında, iz bırakmak için yaşıyoruz. Aslında iz bırakmak için ölüyoruz. Ne saçma... İz bırakmak falan istemiyorsam, kimsenin benim yok olan varlığım hakkında söyledikleri umrumda değilse... Sadece hayatın emek verip yaşanacak kadar değerli olduğunu düşünmüyorsam ne olacak?”. Bu konuşmanın sonunun nereye gittiğini daha net görebiliyordum artık. Ama bu odada beni boğan bir şey var. Çıkmalıyım. O adam ben olsam bile çıkmalıyım.

Bir kapı daha açacak gücüm yok artık. Kendi hayatımı yaşamayı tercih ediyorum sanırım. Ama ya kendi hayatımı yaşayabilmem için son kapıyı da açmam gerekiyorsa? Yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmişken bırakmak istemiyorum. Ellerim titreyerek açıyorum son ihtimalime giden kapıyı.

Aynı adam ya da ben... Karşısında duran kadını hatırlıyorum. Cenazede sesi tanıdık gelen kadın bu. Elimi tutuyor. “Ee, bir şey söylemeyecek misin? Bir çocuğumuz olacak.” Gülümsüyorum. “Kız olursa adını Nuray koyalım” diyebiliyorum sadece. Bozulduğunu görüyorum. “Peki.” diyor, “hayaletiden kurtulamıyoruz nasılsa, en azından onun ismini yaşatabileceğin bir varlığın doğumuna sebep olduğum için belki biraz daha önemli olurum senin için.“. Demek Ali Ekşi o kadar da mükemmel bir hayat yaşamamış diye düşünüyorum istemeden. Kararımı vererek odadan çıkıyorum.

Hayatıma açılan kapıdan, bu yolculuğa neden çıktığımı bilerek giriyorum ve masanın başına geçip yazmaya başlıyorum.

Bu mektup hiç kimseye değil. Yazma sebebim ise Nuray’ın inandığı gibi insanların hayatım hakkında söyleyecekleri. İyi şeyler söylemeleri umrumda değil ama neden bunu seçtiğimi bilmelerini istiyorum. Biliyorum, hayat bir şekilde tekrar çağırır beni, yaşamayı seçersem. Mutlu olduğum anlar bile olur. Ama Nuray’ın hayaletiyle yaşamak istemiyorum. Bununla yaşayacak kadar güçlü değilim. Evet, düşüncem değişmedi, hala ölmeyi seçmenin korkaklık olduğunu düşünüyorum. Sadece korkak olduğumu kabul ediyorum. Ve hayatta kalan herkesten özür diliyorum çünkü bu dünyaya gelirken bana verilen tek görev olan yaşamayı beceremiyorum. Becerebilecek kadar güçlü olmayı isterdim. Ama değilim.
Ali Ekşi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder