İntiharı anlamak, “(onu) yaşamaktan” beterdir…
Geçmişin izinden ya da geleceğin boşluğundan veyahut yaptığımız hataların bedelini ödemekten imtina ettiğimiz için tercih sebebi olabilecek bir ani çıkış kapısıdır intihar…
Her daim yol kenarında duran ancak sadece önümüze çıkan engellerde direksiyonu kırdığımızda kadrajımıza girip kendini düşündürten, sevdirten bir kaçış şeklidir…
İntihar illa ki acizlik değildir; sistemden kaçış veyahut sisteme başkaldırış da olabilir…
İntiharı korkaklık olarak görmek, intihar edecek cesareti kendinde bulamayanların sığındığı bir “mantıksallaştırma illüzyonu” da olabilir.
İntiharı düşünmek başka, intiharı anlamak bambaşkadır. Bu eylemi, idam-ı nefsi, gerçekleştirmeyi düşünürken kendini engelleyen bireyin en temel motivasyonu geleceğe dair “hala” beslediği umuttur. Bir şeylerin değişeceğine inanan insan için intihar etmek saçma, anlamsız ya da sorunlardan kaçınan korkakça bir davranış olabilir. Peki ya umudu olmayanlar?
“İçinde yaşadığın bir yıl gibi bin yıl versem ne değişir” dedi şeytan…
Kendisi için artık gidecek bir yerin kalmadığını, hayatın/yaşamanın anlamsızlaştığını düşünen kişi için intihar pek tabidir ki “en mantıklı çıkış kapısı” olabilir. Zira yaşayacağı günlerin getireceği “mutlu/mutsuz anları” reddetmek her bireyin hakkı; hakkı olmasının ötesinde makul ve masum bir tercihi olabilir.
Ancak;
İntihar, egonun son bulduğu, pes ettiği tek yerdir belki de. Kendinden, yaşamaktan, gelecekten vazgeçmek, benden artık olmaz, gelecek günleri, alınacak nefesleri istemiyorum diyebilmektir. Tabi bu noktada genç dimağlarda hemen şu soru belirecektir: “Bu nasıl bir egonun son bulmasıdır ki geride kalanları hiç düşünmeden “sorumsuzca” yaşamına son vermektedir birey? ". İşte tam bu noktada diyebiliriz ki asıl irdelenmesi gereken intiharın korkaklıktan önce bencillik olup olmadığıdır.
Genç dimağların ateşli şekilde bencillik/sorumsuzluk atfıyla mazhar olan mütenahir sanıyorum ki gerçek ruhuyla buluştuğu “sidretü-l müntehadan” dönme şansına nail olsa idi, geride kalanların üzülmesinin temelinde yine bizzat kendi bencillikleri olduğunu söylerdi belki de…
Geride kalanlar gerçekte neye üzülmektedir? Niye üzülmektedir? Sorunlarıyla başa çıkamayan, gelecekten beklentisi olmayan ve hepsinin ötesinde, onu sevenlerin bile onu yaşama bağlayamadığı bir noktada hala onu bu dünyada tutmak değil midir asıl bencillik? Değil midir ki asıl bencillik giden bireyin ardından ağlarken aslında üzüldüğümüz şeyin onunla bir daha bir şeyler paylaşamayacak olmamızın verdiği hüzünle onu suçlamak?
Sözün özüne yaklaşmak gerekirse; tarih boyunca birçok tartışmaya konu olmuş bu eylemin, bu düşünme tarzının üzerine çok uzun sohbetlerde bulunabilir fakat hiçbir neticeye varamayız. Ancak Einstein’e bir gönderme yaparak bu konuyu şimdilik düşünmeyi erteleyebiliriz:
“Karşılaşılan önemli yaşam sorunları, o sorunları ortaya çıkaran düşünce düzeyinde çözülemez”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder